...
Erkekler masasında, yanıma oturup kalkanlarla, rakı kadehlerini tokuştururken iştahla onurdan söz ettim, hayatın kayıp anlamından, kayıp bir şeylerden. Hayır, konuyu önce onlar açtığı için: Cebinden bir deste oyun kâğıdı çıkaran ve papaz yerine çizdiği "şeyh"i ve vale yerine çizdiği "kul"u gururla gösterip ülkemizdeki yüz yetmiş bin kahvehanenin iki buçuk milyona yakın masasında artık bu kâğıtların dağıtılması gerektiğini uzun uzun anlatan dosta öyle bir hak verdim ki birlikte şaştık: Umut buradaydı, bir suret olarak bu gece aramızdaydı; melek miydi bu umut? Bir ışıktır, dediler. Dediler ki: Her soluk alıp verişte biraz daha eksiliyoruz. Dediler ki: Eşyalarımızı gömdüğümüz yerden çıkarıyoruz. Biri bir soba resmi gösterdi. Tanıdık bir başkası: Bir bisiklet ki boyu boyumuza, posu posumuza uyar. Papyonlu bey cebinden bir sıvı şişesi çıkardı: Diş macunu yerine... Bir rüya gördüm diye anlattı ne yazık ki içemeyen dişsiz dede: Korkmayın diyor o bize, o zaman kırılmazsınız. O kimdi? Esas eşyanın sırrını bilen Dr. Narin niye gelmemişti, niye yoktu? Aslında, dedi bir ses, Dr. Narin bu imanlı delikanlıyı göreydi kendi oğlu gibi severdi. Kimdi bu ses, ben dönene kadar yok oldu. Hşşşt, dediler, Dr. Narin'den böyle ulu-orta bahsetmeyin. Yarın televizyonda melek gözükünce, tartışma çıkacak! Her şey, bütün bu korku kaymakam yüzünden, diyorlardı, ama o da aslında tam karşı değil. Türkiye'nin en zengini Vehbi Koç da bu sofraya, bu davete gelebilir. En büyük bayidir o, dedi biri. Birileriyle öpüştüğümü hatırlıyorum; genç diye beni kutlayanlarla, açıksözlü diye kucaklayanlarla; çünkü onlara otobüslerdeki ekranı, renkleri ve zamanı anlatmıştım. Ekran, dedi Tekel bayii, sevimli de bir adamdı: Şimdi bizim ekran bizlere bu tuzağı hazırlayanların sonu olacak; yeni ekran yeni hayattır. Birileri yanıma oturuyor kalkıyordu; ben de başkalarının yanına oturdum, kalktım ve anlattım: Kazaları, ölümü, huzuru, kitabı, o ânı... Daha da ileri gitmiş olmalıyım: "Aşk" dedim, kalkıp oturduğu yere baktım, Canan kendisini inceleyen öğretmenler ve karıları arasındaydı. Oturdum: Zaman, dedim bir kazadır, bir kaza sonucu buradayız. Dünyada olmak da öyle. Meşin ceketli bir çiftçiyi çağırdılar, sen onu dinle o zaman dediler. Çok ihtiyar değildi, ama oflaya puflaya, "estağfurullah", dedi, "naçizane" keşfini iç cebinden çıkardı: Bir cep saatiydi, ama mutlu olduğun zamanı anlıyordu ve o zaman kendiliğinden duruyordu ve o vakit mutluluğun da sonsuza kadar uzuyordu. Mutlu olmadığın vakit saatin akrebiyle yelkovanı telaşla koşarlar ve sen de, aman zaman ne çabuk geçmiş derdin o vakit ve dertlerin de göz açıp kapayıncaya kadar geçerdi. Sonra gece, sen saatin yanı başında huzurla uyurken, kendiliğinden zamanın artısını eksisini ayarlardı ihtiyarın bana açılmış elinde sabırla tıkırdayan bu küçük şey ve sabah hiçbir şey olmamış gibi, herkesle birlikte kalkardı.
Zaman demiştim ya, bir ara akvaryumda ağır ağır salınan balıklara bakakalmıştım. Bir adam sokulmuş yanıma, bir gölge, dedi ki: "Bizi," dedi. "Batı medeniyetini küçümsemekle suçluyorlar. Aslında tam tersi... Ürgüp'teki mağaraların içinde yüzyıllardır yaşayan haçlı kalıntılarını duymuş muydunuz?" Ben balıklarla konuşurken kimdi konuşan bu balık, ben dönene kadar yok oldu. Önce gölgeymiş dedim, sonra o dehşet kokuyu aldım korkuyla: OPA.
Bir sandalyeye oturur oturmaz koca bıyıklı bir amca, bir parmağına anahtarlık zincirini sinirle dolarken sordu: Kimlerdendim ben, oyum kimeydi, hangi buluşu beğendim, yarın sabah ne karar veririm? Aklımda balıklar vardı, bir bardak daha rakı içer misiniz diyecektim. Sesler, sesler, sesler duydum. Sustum. Sonra sevimli Tekel bayii ile yan yana düşmüşüz: Artık hiç kimseden korkmadığını söyledi, vitrindeki doldurulmuş üç fareye takan kaymakamdan bile. Niye yalnız bir Tekel vardı bu ülkede likör satar; devlet tekeli. Bir şey hatırlıyordum, korktum ve korkunca aklıma geleni söyledim: Hayat, dedim, bir yolculuksa eğer, altı aydır ben de bir yoldayım, bir şey öğrendim, izin verin söyleyeyim. Çünkü bir kitap okumuştum, bütün dünyamı kaybetmiştim, yenisini bulmak için yollara düşmüştüm! Ne buldum? Ne bulduğumu sanki sen söyleyiverecektin melek! Bir an sustum, bir an düşündüm ve melek, dedim, ne dediğimi bilmeden ve birden bir rüyadan uyanır gibi hatırladım ve kalabalıkta seni aramaya başladım: Aşk. Orada, buzdolabı ve soba bayileri ve karıları ve papyonlu adamla kızları arasında ve öğretmenlerin ve içi geçmiş bunakların ölçülü bakışları arasında ve görülmeyen bir radyonun müziği eşliğinde Canan liseli uzun boylu ve arsız bir herifle dans ediyordu.
...
Orhan Pamuk
Yeni Hayat
s. 90-92
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder