24 Kasım 2014 Pazartesi

Dördüncü Mektup

Soğuk, Petrus’un ihaneti, Velemir Hlebnikov ve sonu hakkında.
Mezarı başındaki haçın üstünde yer alan yazıt hakkında.
        Burada aynı zamanda Hlebnikov’un aşkı, sevmeyenlerin acımasızlığı, çiviler, aşk acısı, ve aşk yolunda kurulmuş olan tüm insanlık uygarlığı da sözkonusu edilmiştir.


Sana aşktan söz etmeyeceğim, havanın nasıl olduğundan söz edeceğim yalnızca.
Bugün Berlin’de hava güzeldi.
Masmavi bir gökyüzü ve güneş vardı evlerin tepesinde yükselen. Doğruca pansiyon Marzahn’ın içine, Eichenwald’ın odasına süzülüyor.
Ben dairenin öbür bölümünde yaşıyorum.
Dışarıda güzel bir hava var, serin bir hava.
Bu yıl Berlin nerdeyse hiç kar görmedi.
Bugün Şubat'ın 5’i... Hâlâ aşktan söz etmiyorum.
Üstümde bir güz pardösüsü var, ama eğer dondurucu bir soğuk yapmaya başlasaydı o zaman ona kış pardösüsü demek zorunda kalırdım.
Havari Petrus soğuk yüzünden, İsa’yı yadsımıştı. O gece hava serindi, Petrus, çevresinde kamuoyunun oluştuğu ateşe doğru yaklaştı, din adamları kendisine İsa ile ilgili sorular sordular, Petrus da onu tanımadığını söyledi.
Horoz ötüyordu.
Filistin’de kışın pek öyle soğuk olmaz. Orada hava kuşkusuz Berlin’dekinden çok daha sıcaktır.
Eğer o gece sıcak olsaydı, Petrus zifiri karanlıkta oturacaktı, horoz bütün horozlar gibi boşuna ötmüş olacak, İncil’de de ironi yer almamış olacaktı.
İyi ki İsa Rusya'da çarmıha gerilmedi; bizim oralarda kara iklimi vardır, şiddetli soğuklar olur, kar fırtınaları çıkar: Öyle olmuş olsaydı İsa’nın yığınla tilmizi kavşaklarda, ateşlerin çevresinde toplanır ve onu yadsımak için kuyruk yapardı.
Bağışla beni Velemir Hlebnikov, yabancı yazıların ateşi karşısında ısındığım için. Seninki yerine kendi kitabımı yayımladığım için. Bizim oralarda iklim kara iklimidir üstad.
Tilkilerin kovukları vardır, tutsak olana iyi kötü bir yatak verilir, bıçak gece kılıfına girer, ama senin, senin başını sokacak bir yerin olmadı Velemir.
Vzial dergisi için yazmış olduğun ütopyada öbürlerinin yanı sıra bir de şöyle bir fanteziye rastlanır: “Her insanın hangi kentte olursa olsun, bir oda sahibi olmaya hakkı vardır.”
Bu öyküye bakılacak olursa gerçekten insanın sırçadan bir odası olmalıdır, ama, bence Velemir sıradan bir odayı da kabul ederdi.
Hlebnikov öldü, Yazınsal Anılar’da çenesi düşük yaşlı bir adam “bir baltaya sap olamamış biri” konusunda bir şeyler anlattı.
Mezarlıkta ressam Mituriç mezar başındaki haça şöyle yazdı: “Velemir Hlebnikov, Yerkürenin başkanı(1).”
Demek sonunda gezgin için barınacak bir yer bulunmuştu, sırçadan bir yer değildi, elbette.
Senin yeniden başıboş dolaşmak için dirilmek isteyeceğini hiç sanmam Velemir.
Öbür haçın üstünde de şöyle yazılıydı: “İsa, Yahudilerin kralı.”
Bozkırlarda başıboş dolaşmak, kâh asker olmak, kâh geceleri ambar bekçiliği yapmak, ya da yarı tutsak bir halde Harkov’da, imajinistlerin(2) gürültülü bir gösterisine katılmak senin için güç olurdu.
Bizleri bizler için bağışla ve de öldüreceğimiz insanlar için.
Bizleri yabancı ateşlerle ısındığımız için bağışla.
Devlet insanların zararını üstüne almıyor, İsa’nın zamanında Aramca’yı anlamazdı; genel olarak da insan dilini hiç anlamaz.
İsa’nın ellerini delen Romalı askerler, çivilerden daha suçlu değildir.
Ama bununlar birlikte çarmıha gerilmiş olanların canları çok acır.
Eskiden, Hlebnikov sanki kendi yaşam biçimini farketmiyor gibiydi, gömleğinin kollarının omuzlara kadar yırtık olduğunu, karyolasındaki çubukların üstünde bir şiltenin bulunmadığını, baş yastığına tıkıştırdığı el yazmalarının yitip gitmiş olduğunu farketmiyor gibiydi. Ama ölmeden önce el yazmalarını anımsamıştı.
Ölümü korkunç oldu onun: Septisemiden öldü.
Yatağı çepeçevre çiçeklerle donatılmıştı.
Yakınında erkek doktor yoktu, yalnızca bir kadın doktor vardı, ama Hlebnikov bir kadının kendisine yaklaşmasına izin vermemişti.
Eski anılara dalıyorum.
Kokkala’da geçiyordu bütün bunlar, sonbaharda, gecelerin kapkaranlık olduğu bir dönemde. Kışın Hlebnikov’a bir mimarın evinde rastlıyordum.
Zengin bir evdi burası, mobilyalar Karelya kayınındandı, ev sahibi açık tenli, kara sakallı, akıllı bir adamdı. Kızları vardı.
Hlebnikov da oraya gelirdi: Ev sahibi onun şiirlerini okurdu, anlardı da onları. Hlebnikov kendisine bakılmasından hoşlanmayan hasta bir kuşa benziyordu.
Sırtında eski bir redingot, tıpkı böyle bir kuş gibi, kanatları inik durumda öylece oturur kalır, mimarın kızına bakardı.
Çiçek götürürdü ona ve de yapıtlarını okurdu.
Tümünden de vazgeçerdi Bakirelerin Tanrısı dışında.
Ona nasıl yazmak gerektiğini sorardı.
Kokkala’da geçiyordu bütün bunlar, mevsim sonbahardı.
Hlebnikov orada yaşıyor, Kulbin ve İvan Pugniy’yle komşuluk ediyordu.
Ben gidip Hlebnikov’u buldum ve ona genç kızın bir mimarla, babasının asistanıyla evlendiğini söyledim.
Çok sıradan bir işti bu.
Pek çok insanın bu tür bir derdi vardır. Yaşam oldukça düzenlidir, tıpkı bir yolculuk çantası gibi, ama bizler bir türlü orada yerimizi bulamayız. Yaşam bizleri birbirimize uydurmaya çalışır, bizi sevmeyen birinin çekimine kapıldığımızda da eğlenir bizimle.
Bütün bunlar posta pulları kadar sıradan şeylerdir.
Körfezdeki dalgalar, Kokkala’nın dalgaları da sıradandı. Bugün de hâlâ öyleler. Eskiden metalden, sivri dağ sıralarını andırırlardı. Bulutlar yündendi. Hlebnikov bana şöyle dedi:
“Beni yaraladığınızı biliyorsunuz değil mi?”
Bunu biliyordum.
“Baksanıza kuzum, ne ister onlar? Kadınlar ne ister bizden? Neyi arzu ederler? Ne olursa yapardım. Bambaşka bir biçimde yazardım. Kimbilir belki onlara şan şöhret gerek?”
Deniz sıradandı. Villalarda insanlar uyumaktaydı.
Zeytin Bahçesi’nin şu duasına nasıl karşılık verebilirdim ki?
İçiniz dostlar, içiniz, büyükler ve küçükler, aşk acısını derinliğine çekiniz. Kimsenin bir şeye gereksinimi yok burada. Giriş yalnızca serbest giriş kartlarıyla oluyor. Zalim olmak kolaydır, sevmemek yeter. Aşk da ne Aramca’dan anlar ne de Rusça’dan. Elleri delmeye yarayan çiviler gibidir.
Geyik boynuzlarını dövüşürken kullanır, bülbül yok yere ötmez, oysa bizim kendi kitaplarımız hiçbir işimize yaramıyor. Yara onulmaz bir yara.
Elimizde yalnız evlerin güneş tarafından aydınlatılan sarı duvarları, kitaplarımız ve aşka götüren yolu izleyerek kurduğumuz tüm insanlık uygarlığı kaldı.
Ve bir de uçarı olma temel ilkesi.
Ama ya insan çok acı çekiyorsa?
Her şeyi kozmik ölçeğe aktar, yüreğini kafese kapat, otur bir kitap yaz.
İyi ama hani nerde o beni seven kadın?
Düşlerimde görüyorum onu, ellerinden yakalıyorum, yaşamımın rehberi, mavi gözlü rehber, ona Lucie adını veriyorum ve bayılıp ayakları dibine yığılıyorum ve düşümden kurtuluyorum.
Ey ayrılık, ey gidi bitik beden, dökülmüş kan!

1) Rus fütürizminin kurucularından biri olan Hlebnikov (Velemir Viktor Vladimiroviç), kimilerine göre bir dahi, kimilerine göre de bir deliydi. "Uzam Devletleri"nin yerini alması için kendine göre düşsel bir "Zaman Devleti" kurmuş, kendisini de "Yerkürenin Başkanı" ilan etmişti. 
2) Militan İmajinistler Birliği: Ekim Devrimi'nin hemen ardından, büyük bir şair olan Yesenin'in çevresinde oluşmuş sıradan şairler topluluğu. 


                                                                                               s. 24-27

                                                                                                  Zoo
                                                                                Aşktan Söz Etmeyen Mektuplar
                                                                                                 ya da
                                                                                            Üçüncü Hêloïse

                                                                                            Viktor Şklovski

7 Kasım 2014 Cuma

mini öykü denemeleri - i

bir adam sıradan bir gece yarısı tanrının bilgisine ulaşıyor istemeden kulağına bu yüce bilgi hisli kelimeler biçiminde fısıldanıyor esin rüya ve aşk tanrıçası tarafından adam alışkın olmadığı bilginin sarhoşluğuyla ne yapacağını bilemez bir halde saçmalıyor bocalıyor şımarık davranışlarıyla eşya ve insana saygısızlık ediyor merakına yenik düşerek ayla bütünleşiyor ve alaylı bir bilgelikle dünyaya bakıyor tanrıça ise yeryüzüne inmiş ve şaşkın kendisinden beklenmeyecek halet-i sükut ile dolunayı seyrediyor

"... davullara, türkülere ve büyüye benzeyen sözcükler."