15 Aralık 2013 Pazar

Genç Dostoyevski ve İnsancıklar


... Bu kötü günlerin karanlıkları içerisinde yavaş yavaş eserlerinden biri şekillenmeye başladı; yaratıcı gücünün ilk eseri bu yarı-uyku, sıkıntı ve coşkunluk hali içerisinde ortaya çıktı. Yoksullar adını taşıyan kısa romanı. İnsan ruhunu inceleyen bu şaheseri Dostoyevski, 1844 yılında, yirmi üç yaşındayken, tek başına yaşadığı sıralarda, ateşli bir tutku ile, neredeyse göz yaşları dökerek yazmıştı. Bu eseri ona, en büyük utancı olan yoksulluk yazdırmıştı; en büyük kuvveti -acı çekenlere duyduğu derin sevgi ve sonsuz merhamet- destek olmuştu ona bu eseri yazarken. El yazısı ile doldurduğu bu sayfalara güvensizlikle bakıyordu. Kaderine bir soru sorduğunu fark etmişti ve kaderin vereceği hükümden korkuyordu: El yazısı nüshayı şair Nekrasova götürmeğe güç bela karar verdi. İki gün hiç ses çıkmadı Nekrasovdan. Bu süre içerisinde Dostoyevski evine kapandı; yalnız başına hayallere dalarak, isli lambası sönünceye kadar çalıştı. Nihayet sabahın dördünde hızlı hızlı kapı çalındı. Dostoyevski şakşkın bir halde açtı kapıyı; Nekrasov onun kollarına atıldı; onu öpüyor, kucaklıyor, sevinçten kabına sığamıyordu; bir arkadaşıyla birlikte okumuştu romanı; bütün gece okumuşlar, gülmüşler, ağlamışlardı; nihayet dayanamamışlar, gelip onu kucaklamak istemişlerdi. Dostoyevskinin hayatında ilk defadır ki geceleyin çalan bir kapı şan ve şerefin yolunu açıyordu ona. Nekrasov daha sonra Belinskiye, Rusyanın en büyük tenkitçisine koştu. El yazısı nüshayı bir bayrak gibi sallıyordu elinde. Yeni bir Gogol doğdu diye haykırdı daha kapıdan girerken. Size kalsa Gogol'ler mantar biter gibi bitecek yerden! diye homurdandı öbürü, güvensizlikle; bu derece coşkunluğa öfkelenmişti.

Fakat ertesi gün Dostoyevski ona gittiği zaman bambaşka bir Belinski buldu karşısında; heyecanlı bir sesle, kapının eşiğinde dikilmiş duran genç adama şöyle dedi: Nasıl bir eser ortaya koymuş olduğunuzu gerçekten biliyor musunuz?

                                                                                                             s. 24
                                                                                                             Üç Büyük Adam
                                                                                                             Stefan Zweig

3 Aralık 2013 Salı

Tunç Devri

Kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlikle tespit edemediği tunç devri, halkımız için bir altın devri olacaktır. Bir kısım ilahiyatçılara göre bu devir, İsa'nın İkinci Gelişi'yle aynı zamana rastlayacaktır.

Tunç devrinde insanlarımız arasında, birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ve halk şeklinde yapılan ayrım ortadan kalkacaktır.

Umumi nakil vasıtalarında biletçiler, halka, bay ve bayan gibi kaba tabirlerle hitap etmeyeceklerdir.

Şoförler halka eziyet etmeyeceklerdir. Bozuk para bulunduracaklardır.

Köylüler, en kalın elbiseleriyle, güneş altında çömelerek saatlerce devlet kapısında beklemeyeceklerdir.

Apartman kapıcılarının saltanatı sona erecektir.

Kalabalık caddelerde oyuncak satan esmer adam, kemer satan ve olduğundan yirmi yaş fazla gösteren adam ve küçük şişelerde ne olduğu anlaşılamayan bir sıvı satan ve sarası yüzünden sık sık kaldırımlara düşen adam ve meyhanelerde fıstık satan genç adam ve gene meyhanelerde kasap oyunu oynayarak hayatını kazanan Koço ve artık yaşlandığı için rakı isteyince şarap getiren garson Tanaş, bu zavallı durumlarından kurtarılacaktır.

Herkes istediği mesleği seçecektir. Ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler mühendis, mimar olmak isteyenler iktisatçı, meyhaneci olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgahtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır.

Delilerle alay edilmeyecektir. Mahalle çocukları böylelerinin peşine takılmayacaktır.

Para kazanamayanlara serseri denilmeyecektir.

Babalar kızlarını her çeşit insana vereceklerdir.

Sokak köpeklerinin durumu düzeltilecektir.

Çocuklar, masallarla ve Allah'ın vereceği cezalarla korkutulmayacaktır.

Taşradan gelenler, şehirde doğmaktan başka meziyetleri olmayanlar tarafından hor görülmeyecektir.

Kurnazlık ortadan kalkacaktır. Bu konuda çok sıkı tedbirler alınacaktır.

Yüreğimizi ezen bu sıkıntı, başımızdaki bu ağırlık kalkacaktır.

O zaman, bin yıllık saltanat başlayacaktır. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha, bin yıl daha...

                                                                                                               s. 240-241
                                                                                                               Tutunamayanlar
                                                                                                               Oğuz Atay

Canan

Bir an bir sessizlik oldu, ışığın arttığını gördüm. Bir toz bulutu içinde mutlu hayaletler gördüm, ölenler ve ölüler: Gidebildiğin kadar gittin yolcu, ama düşündüm ki, daha da gidebilirsin, çünkü tam o anın eşiğinde misin, yoksa vardığın kapının arkasında bir bahçe, sonran başka bir kapı ve daha arkada ölümle hayatın, anlamla hareketin, zamanla rastlantının, ışık ile mutluluğun birbirine karıştığı bir başka gizli bahçe daha mı var bilemiyor, bir beklentinin içinde tatlı tatlı salınıyorsun. Birden daha derinden, bütün gövdemi gene o sabırsız istek sardı, hem burada, hem orada olmak isteği. Birkaç kelime duyar gibi  oldum, üşüdüm ve o zaman kapıdan sen girdin güzelim, Canan'ım, üzerinde seni Taşkışla'nın koridorunda gördüğümde giydiğin o beyaz elbise ve yüzün kanlar içinde. Bana ağır ağır yaklaştın.

Sormadım sana, "Burada ne işin var?" diye. Ve sen de Canan sormadın bana, "Senin ne işin var?" diye, çünkü ikimiz de biliyorduk.

Elinden tutup seni yanımdaki koltuğa oturttum, 38 numaraya ve Şirinşehir'den aldığım damalı mendille alnındaki, yüzündeki kanları şefkatle sildim. Sonra güzelim elini tuttum ve uzun bir süre sessizce öyle oturduk. Hava aydınlanıyordu, cankurtaranlar gelmişti ve ölü şoförün radyosunda, hani derler ya, bizim şarkımız çalıyordu.

                                                                                                               s. 61
                                                                                                               Yeni Hayat
                                                                                                               Orhan Pamuk

'bir teki': Tomris

"Eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. Odanın ışığını yaktı. Elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. Çevresine bakındı. Yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu."


Tomris Uyar. Uğruna şiirler yazılan kadın. Kadınlar tarafından kıskanılacak, erkekler tarafından hayaline bile aşık olunabilecek bir kadın. Turgut Uyar'ın ikinci eşi, Cemal Süreya'nın kısa bir dönem beraber yaşadığı kadın ve Edip Cansever'in platoniği olarak anılarak aslında biraz da haksızlık yapılıyor kendisine. Öykücü ve çevirmen kişiliği yok sayılıyor. Modern Türk öykücülüğünün en önemli kadın yazarlarından birisidir. Hatta Notos Öykü dergisinin 205 yazar ve eleştirmen ile yaptığı "Türk Edebiyatı'nda Yüzyılın 40 Öykücüsü" anketinde Sait Faik ve Sabahattin Ali'nin arkasında 3. sıradadır. Ayrıca gençliğinde Edgar Allan Poe ve Jorge Luis Borges çevirmişliği de vardır.

Cemal Süreya, Tomris Uyar, Yusuf Atılgan

Tomris Uyar'ı bir şekilde sevmiş üç 'İkinci Yeni' şairinin, Tomris Uyar ve Cumartesi temalı şiirlerinden küçük bölümler:


    Kan var bütün kelimelerin altında
    Umulmadık bir gün olabilir bugün
    Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
                                       
                                            Cemal Süreya


    Sonunda başbaşa kalıyoruz gene
    Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
    İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
                                       
                                           Edip Cansever


    Önce sesin gelir aklıma
    Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
    Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
    Sonra cumartesi günleri gelir
    Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
    Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.
                                     
                                           Turgut Uyar