Başlık şöyle olmalı: Çayyolu Metrosundaki Şık Giyimli Genç Kadın. ODTÜ durağında indi, peşinden inesi geldi. Rengi net değil, bej olabilir bir manto sadece hatırladığı ve bilekte nazenin bir saat detayı. Şöyle demiş olmalı; tamam şıksın anladık, havalısın da, boy aynasında kendine uzun uzun bakıp gelmişsin. Ama her gün bunları giyemezsin. Ee güzelim, ne giysem yakışır, dersin. Fakat ölümlüler mükemmel olamaz, olsa da günleri sayılı. Eşya bile mükemmel olamaz, sonuçta insan icadı. Sürekli bakılan olmak bezdirici olmalı. Felsefeyi bırak. Neyse, demek istedikleri şunlar. Güzele ihtiyacı var, etraf çirkinliklerle doluyken mecburlar. Gündüz vakti karanlık, yapay ışıklar, soğuk demir tutamaklar, koyu renk montlar, çantalar, telefonlar, kestiren adamlar, kadınlar. Bir de metroda kitap okuyanlar, bu konuyu sosyologlara bıraktı. Buraya şunu demeye geldi. Ha bu arada, adamlar da güzel olabilir, estetik duygusundan yoksun, olmayan kültürünü muhafaza eden Anadolu köylülerine bakmayın. Mesela Ron Hicks resimlerine bakın.
İşi, şefi boş verip peşinden inse şunlar olacaktı. Beraber, yürüyen merdiven vasıtası ile yeryüzüne ulaşacaklardı. A-1 kapısına varmadan yetişip pardon diyecekti, paltonuz çok güzelmiş, sevgilime almak istiyorum, markası nedir acaba? Kadın yüzünde önce şaşkınlıkla sonra gülümseme ile dönecek (evet, 2 kere dönecek, bu efekt montajda halledilecek), X markası diyecek ve duracaktı. Durması gerekti hikâye gereği. Saatiniz de çok güzelmiş, insanın komple alası geliyor. Neyi? Öhöm, şeyi, elbiseyi, kolyeyi, ayakkabıyı. Ufak hatalar, gülüşmeler. Önemli değil, adam şöyle devam edecek, dersim 10'da başlıyor, sizin de vaktiniz varsa bir kahve içelim. Güzel yalanlar. Cürete bak. Sen kendi işine bak. Tarafların iletişim kurma isteklerine ve çabalarına bağlı olarak belki ortak bir frekans bulunacak belki de bulunmayacak.
Paralel evrenlerde gökten, topraktan ne yağıyorsa şansımıza, buralarda yağmıyor. "Buralara yaz günü kar yağıyor" anca. Alıştık buna. İstanbul, Bursa, Eskişehir, Ankara, Hacettepe, İngiliz Dili ve Edebiyatı, Gazetecilik, belki de Antalya. Dilbilim veya Karşılaştırmalı Edebiyat. Moleküler Biyoloji ve Genetiği de unutmayalım özellikle Boğaziçi. Bir şeyler olacakmış da "olmasın bu adam başka türlü kuramaz" denmiş gibi. Öyleyse kurmacaya devam. Herkesin şiiri kendine.
İşi, şefi boş verip peşinden inse şunlar olacaktı. Beraber, yürüyen merdiven vasıtası ile yeryüzüne ulaşacaklardı. A-1 kapısına varmadan yetişip pardon diyecekti, paltonuz çok güzelmiş, sevgilime almak istiyorum, markası nedir acaba? Kadın yüzünde önce şaşkınlıkla sonra gülümseme ile dönecek (evet, 2 kere dönecek, bu efekt montajda halledilecek), X markası diyecek ve duracaktı. Durması gerekti hikâye gereği. Saatiniz de çok güzelmiş, insanın komple alası geliyor. Neyi? Öhöm, şeyi, elbiseyi, kolyeyi, ayakkabıyı. Ufak hatalar, gülüşmeler. Önemli değil, adam şöyle devam edecek, dersim 10'da başlıyor, sizin de vaktiniz varsa bir kahve içelim. Güzel yalanlar. Cürete bak. Sen kendi işine bak. Tarafların iletişim kurma isteklerine ve çabalarına bağlı olarak belki ortak bir frekans bulunacak belki de bulunmayacak.
Paralel evrenlerde gökten, topraktan ne yağıyorsa şansımıza, buralarda yağmıyor. "Buralara yaz günü kar yağıyor" anca. Alıştık buna. İstanbul, Bursa, Eskişehir, Ankara, Hacettepe, İngiliz Dili ve Edebiyatı, Gazetecilik, belki de Antalya. Dilbilim veya Karşılaştırmalı Edebiyat. Moleküler Biyoloji ve Genetiği de unutmayalım özellikle Boğaziçi. Bir şeyler olacakmış da "olmasın bu adam başka türlü kuramaz" denmiş gibi. Öyleyse kurmacaya devam. Herkesin şiiri kendine.