otuz kasım ikibinondört
sıfırüç otuziki
fazla kelimeye gerek yok: yere düşmüş, düştüğü yerde öylece kalmış tozlu masa lambası, halimi çok iyi özetliyor. bu ampülsüz lamba, eşyanın fıtratına aykırı davranıyor. masada durup, masayı aydınlatacağı yerde, umarsızca, sorumsuzca yerde duruyor. sadece duruyor. eşyanın tabiatı durmaktır zaten; insanın ona layık gördüğü yerde durmak. bu ise durmuyor, düşüyor. belki de onu esas yerine koymayıp eski gazete yığıntılarının üzerinde idareten ─temizleyene ve bir ampül alıp takana kadar─ bırakmama isyan ediyor. veya bana kendisini temizlemem, odaya da çekidüzen vermem gerektiğini hatırlatıyor. eşyaya bak sen!